Hattat Muhsin Demirel ile Röportaj
Ayine Dergisi: Hocam, okurlarımız için sizi tanıyabilir miyiz?
Muhsin Demirel: 1954 yılında Eskişehir’de doğdum. Aslen Burdurluyuz. Tahsil hayatım İstanbul’da geçti. İstanbul Üniversitesi Hukuk fakültesinden mezun oldum. İktisat, işletme bölümünde okudum. Amerika’da iktisat üzerinde master yaptım. 1971 yılında son Osmanlı hattatı Hamit Bey ile hat çalışmaya başladım. O gün bugündür, zaman zaman çok yoğun zaman zaman yoğunluğu azaltarak devam etmeye çalıştım. 1980–88 arası meşguliyetimi azaltmıştım, daha sonra çok yoğun bir şekilde devam ettim. Şimdi hemen hemen hayatımın bütün meşguliyeti hat sanatıdır. 35–36 senedir bu işle uğraşıyorum.
Ayine Dergisi: Hat sanatıyla iştigal etmeye nasıl başladınız?
Muhsin Demirel: Küçükken babam Osmanlıca kitaplar yazardı. Ben de ilkokula gittiğim sıralarda ona ilgi duyuyordum. Benim için çok enteresan, heyecan verici bir işti. O zaman babamın yanında ben de yazmaya çalıştım. Dini yayınlar basan bir dostumuz vardı: Hamit hocanın da talebesi, tarihin de en büyük hattatlarından birisi Halim efendi. Dolayısıyla 1960lı yılların başlarında bizim evde hat sanatından bahsediliyordu. Bilahare babamın yazısı da çok güzeldi. Bugün hala bakıyorum, keşke biraz talim edebilseymişim. Kendisi Halim Efendi’ye gitmeyi düşünüyordu. Ben de gitmek istemiştim, içime o zaman düştü bu iş. Fakat o hattat 1964 yılında vefat etti. Bizim de bu amacımız suya düşmüş oldu.
1971 yılında Liseden mezun olduktan sonra bir-iki arkadaşım Hamit Bey’e gitmiş, ders almaya başlamışlardı. Onlar vesilesiyle ben de gittim. Öğrenmeye başladım.
Ayine Dergisi: Bir hat öğrencisine, nasıl bir aşamadan sonra “hattat” diyebiliriz? Belli bir süresi var mıdır?
Muhsin Demirel: Bu çok zahmetli uzun ve çileli bir iştir. Bir talebenin hattat haline gelebilmesi aşağı yukarı iki üniversite mezunu olacak kadar vakit geçmesiyle, uğraşmasıyla alakalıdır. Yeni mezun olan bir üniversite talebesi ne kadar yeterli ise, yeni bir hattat da o kadar yeterlidir. İş icazet almayla başlar. İcazeti de icazetli olan hattatlar verir. Yeterli gördüğü talebesine uzun çilelerden sonra verir. İcazet bugünkü diploma karşılığı gibidir. Artık sen yazı yazabilirsin, yazdığın yazının altına imza atabilirsin ve talebe yetiştirebilirsin demektir.
Ayine Dergisi: Hat sanatının, yazının yazılmasından kullanılan malzemelere kadar, çok meşakkatli bir sanat olduğunu biliyoruz. Bu eski sanat için bugün malzemeleri nasıl elde ediyorsunuz?
Muhsin Demirel: Mürekkebi, porselen eczacı havanında isi arap zamkı ile tokmakla binlerce defa döverek elde ediyoruz. O karışık halita yazmaya elverişli hale geliyor.
Eskiden kahve değirmeni ile kahve çekildiği gibi biz de sabahtan akşama kadar yatınca, kalkınca, misafir gelince sohbet ederken… belirli bir müddet döveriz.
Yarım kilo mürekkep elde edebilmek için yaklaşık bir ay uğraşmamız gerekiyor.
Onun için mürekkebimizin damlası kıymetlidir.
Kâğıdı hiçbir zaman piyasadan aldığımız şekliyle kullanmayız. Evvela boyarız. Çay, kahve, tütün, soğan kabuğu vs. başta nohudi olmak üzere pastel renklere boyarız. Beyazlık, çiğliği gider. Ondan sonra nişastayı kaynatıp şekersiz su muhallebisi yaparız. Belirli bir kıvamda olunca onu süreriz. Kâğıda yedirdikten sonra onu, yumurta akını şapla kestirir köpürtürüz 8–10 saat durup dibine çöker tekrar sıvı hale gelir, yumurta akındaki lüzucilik gider. Bir iki kat onu süreriz. Sonra kâğıdı perdahlarız. Böylece kâğıt açılır. Öyle de kullanılmaz. Kâğıdı kaldırırız bir yere 6 ay kadar bekleriz. 6 aydan evvel kullanırsak, yazarken sildiğimizde tahriş olur. Onun için bizim kâğıdımız, mürekkebimiz çok kıymetlidir. O muhteşem bir mana ancak böyle bir emekten sonra yapılır.
Ayine Dergisi: Geçmişten günümüze hat sanatını kısaca özetlemenizi isteyebilir miyiz?
Muhsin Demirel: Dünyada hiçbir medeniyette böyle bir sanat çıkmamış. Hat sanatı İslam medeniyetinin bir sanatıdır. Yalnız bunu en ileri seviyede Türkler temsil etmişler. Bugün de öyle. Bu özel bir kabiliyet midir bilemiyorum ama vakıa böyledir.
İlk Müslümanlar şunu çok iyi biliyorlardı ki: Tevrat ve İncil’in tahrifi, zamanında yazıya geçirilmemesinden, geçirilenin de yeterli kalitede geçirilememesinden olmuştur.
İslam’ın ilk günlerinden itibaren Kur’an’ın eksiksiz, tam, mükemmel, herkes tarafından anlaşılır şekilde kayda alınması önem arz etmiştir. Hz Ebubekir zamanında kitap haline getirildikten sonra Hz Osman döneminde çoğaltılıp çeşitli yerlere gönderilmiş. Bugünkü Kur’anlar da o Kur’nlardan çoğaltılmış. Metnin düzgün ve sağlam bir şekilde kayıt altında tutulması elbette önemli bir husustu. Bunun yanında Kur’an-ı Kerim gibi bir ilahi vahyin en güzel şekilde yazılması da insanların zihinlerini uzun süre meşgul etmiş. Hat sanatının gelişip estetik değer taşımasında esas unsur budur. “Allah’ın kelamının diğer kelamlardan daha mükemmel bir şekilde yazılması lazım” şeklinde bir düşünce var.
Resme, kaligrafiye, çizgiye hâkim olan insanlar bu işe kafa yormuş, emek sarf etmişler.
Bir de İslam coğrafyasında resim gelişmemiş. Dini sebeplerden olduğu söyleniyor. –Doğru mudur yanlış mıdır bunun fetvası bize ait olmamakla birlikte- gelişmemiş olduğu fiili bir durum. Resim dehasına sahip olan insanlar da dehalarını bu yönde sarf etmişler. Bu itibarla yüzlerce binlerce dahi insan bu sanatın gelişmesi için emek sarf etmiş.
Hz Ali’nin kufi yazının bazı kaidelerini ortaya koyduğu yönünde rivayetler var.
Bununla birlikte hattın bir sanat dalı olarak ortaya çıkması hicri 3.yüzyılda başlamış. 6.yy’a kadar gelişmiş.
6.yy’da Yakut el Müsta’sımi isminde, son Abbasi halifesi Mutasım’ın kölesi, evlatlığı, azatlısı, -Amasyalı olduğu rivayet edilir- kalemin ucunu eğri keserek yazıya ayrı bir şive kazandırmış. Bu nedenle kıbletü-l hattatiyn (hattatların kıblesi) ismi verilmiş.-Bu tekerleğin icadı kadar önemlidir bu alanda-.
Yakut’un yetiştirdiği 7 talebesi varmış.
Bu talebelerini bütün İslam âlemine göndermiş Yakut.
İslam coğrafyası içerisinde bu sanat, bu kişiler tarafından öğretilmiş. 1450li yıllara kadar Yakut tarzında yazmak hattatların en büyük amacı olmuş. 1400lü yıllarda II.Bayezıd Amasya’da vali iken Şeyh Hamdullah Amâsî onun yazı hocasıymış. II.Bayezıd padişah olunca Şeyh Hamdullah’ı da saraya davet etmiş. Padişahın talebi üzerine Hamdullah Amasi, bugün bildiğimiz aklâm-ı sitte denilen 6 cins yazının kurallarını ortaya çıkarmış. 2. kıbletü-l hattatiyn sayılmış.
Daha sonra 1600lü yılların ikinci yarısında yaşamış Hafız Osman, -İstanbul Sümbül efendi camii haziresinde metfundur.- Şeyh Hamdullah efendinin en güzel harflerinden yeni bir sistem çıkarmış. 19. asra kadar herkes Hafız Osman Efendi’nin yazısına göre devam ettirmiş. Ondan sonra bilhassa 18. yy sonu–19.yy ve 20.yy’da hat sanatı şahikasına çıkmış. Harf devriminden sonra inkıtaa uğramış. Bugün eski şevketinde olmasa bile bu sanata gönül veren, icra eden arkadaşlarımız mevcut.
Ayine Dergisi : Hat sanatının son yıllarda tekrar eski değerini kazanmaya başlamasını neye bağlıyorsunuz?
Muhsin Demirel: Bab-ı Ali’de hattan hayatını kazanan insanlar varmış. 1928 yılında harf devrimi yapıldıktan sonra, 350 civarında hattat bir gecede mesleklerini bırakmak mecburiyetinde kalmışlar. Uzun yıllar hat sanatına ilgi olmadığı gibi bu sanat yasak telakki edilmiş. Ancak 1940lı yıllara geldiğimiz zaman eski eserlerin, kitabelerin okunmasında, restorasyon çalışmaları sırasında hattatlara ihtiyaç olmuş. Hat sanatı ile harf devriminde yasaklanın ayrı şeyler olduğu anlaşılmış. Estetik değer taşıdığı için, sanat boyutu olduğu için insanlar hat sanatını bu kanun kapsamında değerlendirmiyorlar. O nedenle bu sanat icra ediliyor. Ama harf devrimi sonrasında hattatlar hat ile uğraşmayı bıraktıkları için yok olmaya yüz tutmuş.
Fakat benim hocam Hattat Hamit Bey -1982’de vefat etti- bu yazıyı bırakmamış, Harf devriminden sonra bu işi tek bırakmayan hattat Hamit Bey’dir.
Biz, Hamit Bey’in talebesi iken Hamit hocanın vefatından sonra bu işin biteceğini tahmin ediyorduk. Ama şayan-ı şükrandır ki Hamit hocanın talebeleri, onların talebeleri, bugün talebelerinin talebelerinin talebeleri vasıtasıyla, İslam konferansına bağlı İRCİCA’nın yaptığı yarışmalar gibi teşvik edici şeyler ile ve insanlar ekonomik olarak hatta para verebilecek, bu zevkten istifade edebilecek, evini dekore edebilecek seviyeye gelince hattatlardan bu sanatın icrasını talep etmeye başladılar. Ve bugün tekrar alevlendi. Üstelik İslam âleminde bu sanatın liderliği de bizim arkadaşlarımız tarafından götürülüyor. Sadece İslam âleminden değil Amerika’dan, farklı ülkelerden gelip İstanbul’a bu sanatı öğreniyorlar. Ya da iletişim araçlarıyla bir şekilde öğrenmeye çalışıyor, kendi vatandaşlarına öğretmeye çalışıyorlar. İslam dışı coğrafyada da büyük ilgi görüyor.
Ayine Dergisi : Hat sanatının sanatçıya katkısı olduğu gibi sanatçının, sizlerin de sanata katkınız oluyor mu?
Muhsin Demirel: Bir rivayette Hassan b. Sabit: “Ben şiirlerimle kelimelerimle Peygamberi övemedim fakat onun güzelliği benim sözlerimi güzelleştirdi.” diyor.
Bizim de hat sanatına bir şey katmamız söz konusu değil, ama o bizim hayatımıza nizam veriyor. Ama hat sanatıyla meşgul olmak, Kuran ile meşgul olmak demek. Levha da yazacak olsak yazdığımız ya Kur’an’dan bir ayet, ya hadis ya kelam-ı kibardır; yani bir İslam büyüğünün vecizesini, şiirini yazmaktır. Allah’ın kelamı ve bu kelamından yansıyan mevzularla uğraşıyoruz.
Hem yazması, hem basması, hem tezyin etmesi neticede hepsi ibadettir düşüncesindeyiz. İslam yazısıyla meşgul olmak da farz-ı kifayedir. Teşbih yaparsak bu sanat mukaddes bir ateştir ve söndürmemek için çaba sarf etmek gerekir.
Biz kültür elçiyiz. Bunun vakarı, ciddiyeti olmak zorundayız.
Ayine Dergisi : Hattı güzel yapan esas unsur nedir?
Muhsin Demirel: Mesela bir levhada müzehhip, tezhip yapan arkadaşlar “benim tezhibim hattı güzelleştirdi” diyorlar ben aynı kanaatte değilim: hat olduğu için o tezhibin orada değeri var. Asıl olan hat da değil ondaki o mana olduğu için o hat bir değer ifade ediyor. Mana da değil o mananın arkasında kutsiyet olduğu için değerli, esas güzel olan o.
Buradan bir estetik nazariyesi çıkıyor: Güzel olan levha mı, tezyinat mı, dehamız mı yoksa dehayı ilham veren Cenab-ı Hakk mı?
İslam kozmolojisi, sanat telakkisi böyledir. Batıdaki gibi değil.
Ayine Dergisi : Sizin Kur’an-ı Kerim çalışmanız olduğunu biliyoruz. Ne zaman yayınlanacak bu çalışmanız?
Muhsin Demirel: Ben 2002 yılında bir Kuran-ı Kerim yazdım. Ancak ondan sonra epeyce yazı yazdım. Yazdıkça gelişti o Kur’an-ı yeterli görmedim. Tabi yazdıkça gelişiyor. Bir Kur’an daha yazdım. Biz eski üstadlar kadar çok yazamamışız, yazamayız da. Mesela Çemşir Hafız diye bir hattatın 454. Kur’anı görülmüş. Kayıtzade Hafız Osman 107 tane Kur’an yazmış.
Büyük Hafız Osman 25 tane Kur’an yazmış. Bugün bırakın yazmayı ömründe 120 defa hatmeden kişi var mıdır?
Biz onlar kadar çok yazamıyoruz. Bununla birlikte 2500–3000 kadar sayfa yazdım. İlk yazdığım Kur’an’dan sonra 1500–2000 sayfa daha yazınca onu yetersiz gördüm. Yeni bir Kur’an yazdım, bitirdim. Şu anda yayına hazırlık aşamasındayız.
Ayine Dergisi : Hocam, devam ettiğiniz başka çalışmalarınız var mı?
Muhsin Demirel: Evet, bir de dua kitabı çıkardım. Evrad-ı Nuriye adını verdim. Çok önemli gördüğüm bir projedir.
Kur’an’daki dualar ve belirli özellikteki ayetler: hamd ayetleri, istiğfar ayetleri, tesbih ayetleri gibi ayetlerden başlayıp, Peygamber efendimizin bütün duaları, ayrıca sahabe-i kiramın bilinenlerinin duaları, tabiinden başta Veysel Karani, Hasan Basri gibi üstatların duaları, tebe-i tabiinin, eimme-i erbaanın (İmam-ı Azam, İmam Şafii, Ahmed b. Hanbel, İmam Malik), bütün müceddidlerin, müçtehidlerin, tarikat büyüklerinin bütün dualarını topladım. Bununla beraber ehl-i beyt tarikiyle gelen şia külliyatını da topladım.
Aşağı yukarı 6000-7000 sayfalık bir doküman oldu. Kimisi el yazması, kimisi matbu. Bunun 1000 sayfa kadarını yazdım. 2.cildi baskıya hazırlık aşamasında. 3. cildi yazdım tekrar yazacağım. 12-15 cilt kadar bir yekun teşkil edecek. Bir de bunun mealini talep ediyor insanlar. Neyi okuduğumuzu bilmek istiyoruz diyorlar.
Tabii çok karmaşık, balta girmemiş orman gibi. O kadar metnin içinden çıkmak zor. Tasnif etmek çok zor onları. Ve yardımcı olacak kişi de yok maalesef. Bunlar eski metinler, değişik yazmaları geçiyor elimize. Bunların edisyon kritiğini de yapmak lazım. Hangisi daha doğru, bunları tetkik etmek lazım. Zamanımın büyük kısmını bunlar alıyor. Yazması o kadar zoruma gitmiyor. Ama bu kültürü bilen insan yok denecek kadar az. 1500-2000 civarında dua. Kimisi birkaç sayfa kimisi 40-50 sayfa kimisi bir paragraf.
Esas önemli olan şu: Kim olursanız olun karşınızdaki kişiye duygularınızı yaşadıklarınızı tam anlatmazsınız. Özel şeyleri nakletmezsiniz. Fakat dualarda Allah’tan neyi gizleyeceğiz? Bu büyük zatlar, Mevlana, İmam Gazali, İmam Rabbani, Hacı Bayram Veli gibi zatlar, ellerini kaldırıp dua ettikleri zaman bizim gibi dua etmiyorlardı, ev araba istemiyorlardı. Bütün zerreleriyle, kalpleriyle, tevazu içerisinde, acz ve fakrını hissederek ederek, Allah’ın büyüklüğünü idrak ederek ellerini açıyorlardı.
Bu itibarla İslam tefekkürünün en saf şeklinin bu dualar olduğunu düşünüyorum. Tartışmaların uzağında, İslam esaslarını en ufak bir tahrife maruz bırakmadan en saf şekliyle ifade ediyorlar. Eğer bu projeyi tamamlayabilirsek, ilmi çalışmalar da yapılabilirse bu metinler üzerinde, en saf biçimiyle İslam telakkisinin ortaya çıkacağını düşünüyorum.
Böyle bir külliyatın ortaya çıkacak olması beni heyecanlandırıyor. Böyle bir çalışma dünya çapında ve tarihte yapılmamış. Keşke bu konuda bana yardımcı olabilecek metinlerin edisyon kritiği yapabilecek kimseler olsa.
Ayine Dergisi : Hocam, bu projeyi gerçekleştirmenizi ümit ediyoruz,
Çalışmalarınızdaki başarıların devamını diliyoruz. Bizlere vakit ayırdığınız için ayine dergisi ve okurlarımız adına çok teşekkür ediyoruz.
Teşekkür;Bu güzel röportajın sitemizde yayınlanmasına izin veren Ayine Dergisi Yönetimine teşekkür ederiz.
Not:Diğer Röportaj ve Yazılar İçin AyineDergisi.com’u ziyaret edebilirsiniz.
Gönderen KalemGuzeli 14 Şubat 2008
Kategori : Hat Sanatı Henüz yorum yok
Yorumlarınız
You must be logged in to post a comment.