'Türk Musikisi' ile ilgili yazılar
Türk-İslam Sanatları
İstanbul’da Eyüp semtinde doğdu. Eyüp Şeri’ye Mahkemesi Başkâtibi Bekir Efendi’nin oğludur. Daha ilköğrenimi sırasında güzel sesiyle dikkati çekti. Kendisiyle önce Zekâi Efendi (Dede) ilgilendi ve onu besteci Eyyubî Mehmed Bey’e götürdü. Arif Bey ilk musiki zevkini, bilgisini Mehmed Bey’den aldı. Altı yaş büyüğü olan, geleceğin değerli bestecisi Zekâî Efendi, onu hocası Dede Efendi’yle tanıştırdı; musikiye karşı büyük yeteneği olduğunu Dede Efendi de görmüştü. Arif Bey 1844’te Mehmed Bey’in yardımıyla Bab-ı Seraskeri’ye memur olarak girdi. Bir yandan çalışıyor, bir yandan da musikiye vakit ayırıyordu. Bir süre Mehmed Bey’in Muzika-yı Hümayun’daki derslerine dışardan devam etti. Çok geçmeden sesinin güzelliğini haber alan Sultan Abdülmecid onu Muzika-yı Hümayun’a aldırdı. Saray’daki musiki hocası besteci Haşim Bey’dir. Haşim Bey’den çok yararlandı, ondan yüzlerce eser öğrendi. Okuyuş üslubunu da ondan aldığı söylenir.
Giriş
Bu çalışmada Türk Müziğinin temel enstrümanlarından olan kanun sazının kullandığı ses aralığı içerisindeki seslerin frekans analizi yapılmıştır. Elde edilen ses sinyalleri standart bir ses kartı yazılımı yoluyla yeniden düzenlenerek MATLAB paket programında bulunan FFT (Fast Fourier Transform) rutini kullanımıyla frekans bileşenleri gözlemlenebilir hale dönüştürülmüştür.
Amaç
TRT Ankara Radyosu Kanun Sanatçısı sayın Tahir Aydoğdu’nun girişimleri ve önerileri ile temel sazlarımızdan kanuna ilişkin frekans analizine yönelik bir çalışmanın bugüne kadar yapılmamış olması veya yapıldıysa da bunun yeterince yaygın olarak bilinmemesinden dolayı böyle bir çalışma planlanmış, bu konuda emek ve mesai harcayan kanun yapımcıları ile icra eden kanun sanatçılarının gelecekte yapılması düşünülen çalışmaları bakımından kendilerine katkılar sağlaması amaçlanmıştır.
Çağlar öncesinden mîras edindiğimiz Türk Müziği, gerek makamsal, gerek çalgısal, gerek sözel, gerek dizemsel unsurlarıyla gâyet özel bir mevkîye sâhiptir. Kaynakların eksikliği ve yetersizliği yüzünden, bu müzik türü hakkına bilgilerimiz oldukça kısıtlı ise de, İslâmiyet öncesi Türk Müziği, Orta Asya gelenekleri ve yaşantısıyla bağdaşıklık kurmuş eski ve kayıp bir kültür olarak günümüzde incelenmektedir [1].
Oysa, İslâmiyetin yükselişiyle beraber, Al Kindî (801-873) [2] gibi İslâm bilginleri tarafından; Pisagor (m.ö. 582-500), Sokrates (m.ö. 470-399), Eflâtun (m.ö. 428-347) ve Aristo (m.ö. 384-322) gibi Antik Yunan felsefecilerinin eserleri tercüme edilerek, bunların özümsendiği yepyeni bir kültürel akımın etkisinde, Geleneksel Türk Mûsikîsinin [3] oluşmuş olduğu saptanmaktadır [4].