'Hat Sanatı' kategorisi için arşiv
Türk-İslam Sanatları
1967 Ankara doğumlu. Evli ve iki çocuk babası. İlk, Orta ve Lise öğrenimini Ankara’da tamamladı. 1990 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Meslek Yüksek Okulundan mezun oldu.
Özel sektörde görev yapmakta iken Ankara’da Hattat Doğan Çilingir ile tanıştı. Doğan Çilingir’den sülüs ve nesih meşklerini tamamladı. Bütün mesaisini Hüsn-i Hat çalışmaları üzerinde yoğunlaştırdı. Bu arada Doğan Çilingir’in hocaları Adem Sakal ve Fuat Başar’dan da istifade etti. 2002 yılında adı geçen hocalarından sülüs ve nesih dallarında icazetnamesini aldı. 2002 yılından beri Ankara Büyükşehir Belediyesi Kültür Topluluklarında Hüsn-i Hat Kurs hocası olarak görev yapmaktadır.
İstanbul’da doğan Hattat Sami Efendi, yorgancılar kethüdası Hacı Mahmud Efendi’nin oğludur. Bundan dolayı ilk yazılarında “Yoganizade” imzasını kullanmıştır. Sıbyan Mektebi’nde okurken Boşnak Osman Efendi’den aklam-ı siteyi meşk etti. Kabiliyeti ve eski üstadların eserlerini tetkiki sayesinde günden güne yazısını geliştirdi. Mümtaz Efendi (ö.1288/1871)’den Bab-ı Ali Rik’ası öğrendi. Bilhassa celi sülüs ve celi ta’likte rakipsiz bir sanatkardır. Hattat Sami Efendi. XX. yüzyılda yetişen hattatların celi sülüs, celi ta’lik, celi divani ve divani hocası olan Hattat Sami Efendi, divani yazılarını ve tuğra çekmeyi küçüklüğünde memur olarak girdiği Divan-ı Hümayun’da Nasıh Efendi’den öğrendi. Mustafa Rakım’ın öğrencilerinden Recai Efendi (ö. 1291/1874)’den celi sülüs; Kıbrısizade İsmail Hakkı Efendi (ö. 1278-1279/1862)’den nesta’lik; Ali Haydar Bey (ö. 1287/1870)’den celi Nesta’lik dersleri alarak kendini yetiştirdi.
Bilgilerimizin sıhhatini, “bilinen” varlık, kavram yahut vakıanın kendisi kadar, “bilen”in parametreleri de belirliyor. Nesneleri gözlük camınızın renginde algılamanız, o nesnelerin gerçek rengi hakkında doğru bir bilgiye sahip olduğunuz anlamına gelmez. Bilhassa “tarih”i anlama ve yorumlama konusunda modernizmin getirip kucağımıza bıraktığı ciddi bir problemdir bu. Nitekim Osmanlı’nın durakladığına veya gerilediğine dair bilgiler, ilerlemeci bir bakış açısının subjektif yargılarıdır. Aynı şekilde, Osmanlı’nın emperyal niteliğinin anlaşılması ile mesela teokratik bir devlet olup olmadığı tartışmaları, Osmanlı’dan ziyade, nas gibi kabul edilen modern şablonlarla alakalı açmazlardır. Oysa bizim kültürümüzde, “anlamak” hem zihnî bir işlemi hem kalbî bir hassasiyeti ifade eder. Bu hassasiyet, bilgi nesnesine “suje”nin ölçüleriyle değil, “obje”nin kendi zaman, zemin ve şartlarındaki ölçülerle bakabilme inceliğidir. İnceliktir, çünkü kabullenmeseniz bile bir saygıyı, bir çeşit empatiyi icap ettirmektedir.