'Hat Sanatı' ile ilgili yazılar
Türk-İslam Sanatları
Celi Sülüs Satır İstifi
Okunuşu:Rutbet-ül’ilmi a’le-rruteb
Anlamı: Rütbelerin en yükseği İlim rütbesidir
Hattat: Hacı Nazif Bey (1846-1913)
Hüsnü hatt sanatımız çok önemlidir; çünkü yalnız bize, İslam’a, İslam Medeniyetine aittir. Diğer sanatların karşılığı, benzeri veya aynısı başka medeniyetlerde mevcuttur, lakin hüsnü hatt böyle değildir, onun yeri bambaşkadır. Kelamın yanında manayı, anlamın yanı sıra güzelliği, yararla birlikte ahlakı, estetikle beraber faydayı, yani medeniyetimizin bütüncülük özelliğini tam onda buluruz. Hz. Ali efendimiz, “Hatt, üstadın öğretişinde gizlidir, devamı ise çok ve sürekli yazmakta, kıvamı da İslam dini üzere kalmakladır” buyurmuştur. Kopmaz bir zincir halinde üstad-şakird irtibatının en güzel numunelerini tabii ki hatt sanatımızda buluruz. Yüzyıllar içinde gelişirken çeşitleri, güzellikleri ve açılımları artmış, yeniden ve yeniden İslam’ın malı olmuş ve dinimizi en iyi bir şekilde tebliğ etmiştir. Kur’anımızı, hadislerimizi, âlimlerimiz ve şairlerimizin en güzel eserlerini birer şaheser olarak hattımızla yazmışızdır. Camilerimizin en güzel, içte ve dışta en göze görünür yerlerini sülüs yazının, muhakkak hattının en mükemmel örnekleriyle süslemişizdir. Evet, hem süslemiş, hem de ayet ve hadisleri ilan etmişizdir. Öte dünya yolculuğunun ilk durağı olan kabirlerimiz ve mezar taşlarımız, şiirin ve hat estetiğinin doruklarıyla süslü olarak daha bu dünyada cennet gibi değil midir? Kapılarımızın, mekteplerimizin, medreselerimizin ve meydanlarımızın en güzel yerlerine, ya bir talik şaheseri veya bir sülüs istifinin en muhteşemi, ya da kufi hattının bir başyapıtı mutlaka bulunmamış mıdır?
Bilgilerimizin sıhhatini, “bilinen” varlık, kavram yahut vakıanın kendisi kadar, “bilen”in parametreleri de belirliyor. Nesneleri gözlük camınızın renginde algılamanız, o nesnelerin gerçek rengi hakkında doğru bir bilgiye sahip olduğunuz anlamına gelmez. Bilhassa “tarih”i anlama ve yorumlama konusunda modernizmin getirip kucağımıza bıraktığı ciddi bir problemdir bu. Nitekim Osmanlı’nın durakladığına veya gerilediğine dair bilgiler, ilerlemeci bir bakış açısının subjektif yargılarıdır. Aynı şekilde, Osmanlı’nın emperyal niteliğinin anlaşılması ile mesela teokratik bir devlet olup olmadığı tartışmaları, Osmanlı’dan ziyade, nas gibi kabul edilen modern şablonlarla alakalı açmazlardır. Oysa bizim kültürümüzde, “anlamak” hem zihnî bir işlemi hem kalbî bir hassasiyeti ifade eder. Bu hassasiyet, bilgi nesnesine “suje”nin ölçüleriyle değil, “obje”nin kendi zaman, zemin ve şartlarındaki ölçülerle bakabilme inceliğidir. İnceliktir, çünkü kabullenmeseniz bile bir saygıyı, bir çeşit empatiyi icap ettirmektedir.