Kalem Güzeli

Türk-İslam Sanatları

Uzaktaki yakın ülke Cezayir’de Türk izleri


Osmanlı’nın üç asır kaldığı Cezayir’e, saatte 720 km hızla, Yunanistan, İtalya ve Tunus hava sahalarını geçerek yaklaşık üç saatte ulaşılabiliyor. Cezayir, yüzölçüm olarak büyük bir ülke. 2 milyon 381 bin kilometrekarelik bir yüzölçümü var. Toprakları Türkiye topraklarının üç katı büyüklüğünde. Libya, Mali, Moritanya, Fas, Nijer, Tunus, komşuları. Petrol ve doğalgaz zengini olan Cezayir’in sahillerinin uzunluğu 1200 km. Dünyada en çok doğalgaz ihraç eden ikinci ülke burası. Topraklarının yaklaşık yüzde 85’i Büyük Sahra ile kaplı. Kuzeyinde Akdeniz iklimi, güneyinde ise çöl iklimi yaşanıyor. Nüfusu 33 milyon. Genç bir nüfusa sahip olan Cezayir’de ülke nüfusunun yüzde 70’i, 30 yaşın altında.

Bu ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim izlenimlerimize. Osmanlı’nın üç asır kaldığı ülke, sonrasında Fransız sömürgesi haline gelmiş. Binalarda, araçlarda, gazetelerde radyo ve TV’lerde her yerde Fransız etkisi var. En çok mal aldığı ülkelerin başında hâlâ Fransa geliyor. Evlerin çatıları, balkonları, duvarları hep çanak antenlerle dolu. Ve çanak antenler Avrupa TV’lerine, özellikle de Fransız televizyonlarına yönlendirilmiş durumda. Baraka evlerde bile çanak antenlerin olması dikkatlerden kaçmıyor. Boydan boya sömürge dönemi binalarıyla dolu şehir adeta. Dar sokaklar ve Fransız mimarisi şehrin karakteristik özelliklerinden diyebiliriz. Apartmanlar nedense hep beyaza boyalı başkent Cezayir’de. Bu yüzden zaten ismine ‘Beyaz Şehir’ diyorlar. Pencereler ise Akdeniz’in rengini almış; masmavi. 1830’da Fransızların bu topraklara ayak bastıklarında ilk yaptıkları kilise Noter Dam Dafrik olmuş. Osmanlı’nın asırlarca kaldığı bu yerde sanki bir el Osmanlı eserlerini planlı bir şekilde yok etmiş. Bu yüzden de Fransızların ilk yaptığı işlerden birisinin bu topraklarda şehit düşen Oruç Reis’in mezarını ortadan kaldırmak olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek. Fransızlar, Oran şehrine yakın bir vadide, 1830’lu yıllarda o kadar çok insanı keşmişler ki bu vadinin adı “Şu’betü’l-Lahm” yani “Et Vadisi” olmuş. Bu katliamdan Cezayir ormanları bile nasibini almış. Cezayir ormanlarının büyük bir kısmı işgal döneminde Fransızlar tarafından yok edilmiş.

Keşova Camii, Fransızlar tarafından kiliseye çevrilen ve izlerinin silinmesi için mimarisi bile değiştirilen bir yapı. Cezayir’in bağımsızlığı sonrasında ise aslına dönüştürülmüş. Bir dönem Osmanlı’nın beylerbeyi olan bu ülkede Osmanlı izleri silinmeye çalışılmış; ama tamamı yok edilememiş. Yeni Cami ve Ulu Camii Osmanlı’nın izlerini fısıldayan güzelliklerden. Bunlar sömürge döneminde ayakta kalan ender binalardan sadece ikisi. Cezayirlilerin bugün kullandıkları Arapça bile Arapça olmaktan çıkmış; sömürge dili olan Fransızca çok yaygın olarak konuşuluyor. Osmanlı, bu topraklarda 300 yıl kalmış; ama Türkçeyi ne kimse biliyor ne de konuşuyor. Fransızlar ise 130 yıl kalmasına karşılık bugün hemen herkes Fransızcayı biliyor ve konuşuyor.

Cezayir’deki Türk izleri

Cezayir’de Osmanlı döneminden kalan çok sayıda Türk aile var. Soy isimleri hep Türkçe. Demirci, Bakırcı, Kalaycı, Kahveci, İzmirli, İstanbullu, Menemenli, Bursalı, Çavuş, kulağımıza çalınan soy isimlerinden. Ayrıca yemek isimleri de buranın asıl sahibinin kimler olduğunu fısıldıyor. Börek, çörek, baklava, dolma, döner gibi yemekler bu isimlerle söylenip yeniliyor. Cezayir’de bazı sokak ve semt isimlerinin Türkçe olduğu da dikkatlerimizden kaçmıyor. “Bir Murad Reis”, “Deli İbrahim”, “Hüseyin Bey”, “Baş Cerrah” gibi sokak, cadde ve semt isimleri görüyoruz. Hüseyin Bey de Hüseyin Dayı demek. Baş Cerrah, Cerrah Paşa’dan geliyor.

Çarşıda yürürken Cami-i Kebir’in yani Ulu Cami’nin imamı Şeyh Ahmet Bey’le karşılaşıyoruz. Türkiye’den geldiğimizi görünce çok seviniyor ve bizi çok sıcak karşılıyor. Cezayir’de Osmanlı’ya “Hıyarünnas” diyorlar. Yani insanların en hayırlıları, en iyileri demek. Bugün bile hâlâ bir Türk gördüklerinde “Hıyarünnas” diye sesleniyorlar.

Osmanlı camilerinin yanındaki bir pazardayız. Burası sabit bir pazar. Çok kalabalık, iğne atsan yere düşmüyor. 1940 yılından beri var olan bir hurma dükkanında soluklanıyoruz. Bilenler bilir; Cezayir’in hurmaları çok meşhur. Salkım salkım dükkâna asılan hurmalar satışa hazır halde. Türkiye’den gelen misafirler muhakkak ve muhakkak Türkiye’ye dönerken bu hurmalardan alıp gidiyor. Kilosu yaklaşık olarak 3 dolar. Tadına bakınca niye dünyaca ünlü olduğunu hemen anlıyorsunuz. Görüntüsü de gayet güzel. Eskişehir’de sokaklar iyice darlaşıyor. Girdiğimiz sokak Osmanlı mahallesine, yani kasba’ya doğru çıkıyor. Bizim ifademiz ile kasabaya doğru…

Heykeltıraş liderden şehid anıtı

1954-1962 yılları arasında Cezayirliler Fransızlara karşı kurtuluş mücadelesi vermiş. Bu tarihler arasında Fransızlar toplam 1,5 milyon insanı bu topraklarda katletmiş. O yıllarda Cezayir’in toplam nüfusunun yaklaşık olarak 10 milyon olduğunu düşünürsek, katliamın boyutunun ne denli büyük olduğu ortaya çıkar. Cezayirliler şehitlerin anısına “Makam-ı Şehid” anıtını dikmişler. Makam-ı Şehid’i bugün kalabalıklar halinde geziyorlar. Özellikle öğretmenler, öğrencileri anıta götürerek, bağımsızlığın nasıl zor kazanıldığını görmelerini ve anlamalarını sağlıyor. 1987 yılında yapılan anıt, Cezayir’de çok az sayıdaki heykelden birisi olan Emir Abdülkadir’e ait. Emir Abdülkadir, Fransızlara karşı ilk isyan bayrağını çeken ve kurtuluş savaşının kıvılcımını ateşleyen ilk lider. Bu yüzden Emir Abdülkadir’i çok seviyor Cezayir halkı.

Başkent Cezayir’den Biskra şehrine hareket ediyoruz uçakla. Daha güneyde bir şehir Biskra. Yaklaşık 45 dakikalık bir yolculuktan sonra ulaşıyoruz şehre. Biskra, Cezayir’in çöle açılan kapısı. Hurma ağaçlarıyla dolu. Hurma mevsimi olmadığı için hurmanın meyvelerini göremiyoruz. Çok miktarda hurmanın Biskra şehrinden Türkiye’ye satıldığını öğreniyoruz yerli insanlarla konuşmalarımız sırasında. Biskra’da Ukbe bin Nafi Camii’ni de ziyaret ediyoruz. Ukbe bin Nafi’nin çok önemli bir rolü var Kuzey Afrika’nın İslamlaşmasında ve bu toprakların fethedilmesinde. 7. yüzyılda bu topraklarda İslam’ı anlatan bu büyük komutan, Biskra’da 20 yıl kalmış. 683 yılında vefat etmiş ve camisinin hemen yanında defnedilmiş.

Kabrini ziyaret etmek istiyoruz. Başka kimselere açılmayan kabir kapısı Türkiye’den geldiğimizi söyleyince açılıyor cami imamı Zübeyri tarafından. Osmanlı sevgisi o kadar büyük ki ülkede… Fatiha okuyoruz Kuzey Afrika’nın fatihi Ukbe bin Nafi’nin kabri başında. Sade kabrin kenarında dururken Atlas Okyanusu’na doğru atını süren ve, “Allah’ım bu zulmet denizi önüme çıkmasaydı Senin adını öteler ötesine kadar duyuracaktım.” sözleri çınlıyor kulağımızda. Kasabanın adını bu ünlü komutanın adına “Seyyid Ukbe” koymuşlar.

Sonrasında yarı kara yarı uçak yolculuğuyla tekrar başkent Cezayir’e dönüyoruz. 1988 yılında Turgut Özal, Cezayir’i ziyaret eden ilk Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olmuştu. Bu ziyaretle başlayan ticarî ilişkiler bugün istenilen düzeyde olmasa da küçümsenmeyecek bir noktaya ulaşmış. Umarız bu ilişkiler hem siyasi hem de ekonomik alanlarda gelişir ve tarihte birbirini çok iyi tanıyıp seven bu iki halk üzerlerine düşeni layıkıyla yerine getirir.

Saim ORHAN – Zaman TURKUAZ

Gönderen 13 Şubat 2008

Kategori : Çeşitli Konular,Osmanlı Medeniyeti Henüz yorum yok

Geri izleme | Yorumlar için RSS

Yorumlarınız

You must be logged in to post a comment.